17 Aralık 2014 Çarşamba

Akıl Yitimi

Bütün o saçmalıklarınızdan öyle yoruldum ki artık. Hepinizden. Söylediğiniz her şeyden. Öyle nefret dolu, öyle pislik içindesiniz ki tahammül edemiyorum artık. Kafamı çevirdiğim her yerde, kendisini "bir şey" olarak tanımlayan insanlar görüyorum. Türk, Kürt, Ermeni, Müslüman,Yahudi, AKP'li, CHP'li, kemalist, cemaatçi. Yalnızca insan olamıyorsunuz. Öyle geri zekalısınız ki inandığınız ya da savunduğunuz şeylerin bile ne olduğundan zerre haberiniz yok. Milliyetçi olun, dindar olun, kapitalist olun. Hepsini olun ama sakın insan olmayın. Hepinizin derdi diğerini becermek. Çünkü efendileriniz size bunu emrediyor. Çünkü kendi aklınızı kullanamayacak kadar acizsiniz. Devlet devlet deyip duruyorsunuz. "Devlet nedir?" diye sorsalar vereceğiniz düzgün bir cevabınız bile yok. Devletin sizi nasıl siktiğini, beyninize doldurulan bütün saçmalıkların sizi nasıl uyuşturduğunu göremeyecek kadar körsünüz çünkü.
Öyle aptalsınız ki size ne denirse onu yapıyorsunuz. Sabahın köründe kalkıp eşek gibi çalışmak zorunda olduğunuzu sanıyorsunuz. Üç beş kitap okuyup alim olanlarınız var. Hemen cevap veriyorlar buna "aç mı kalalım". Kalmayın. Sakın aç kalmayın eşek gibi çalışıp vergilerinizi ödeyin. Sonra polis copunu birilerinin götüne sokunca da izleyip mutlu olun. Sakın kendinize ne olduğunuzu sormayın. Sakın "neden bu insanlar devlete baş kaldırıyorlar" diye sormayın. Açın dizi izleyin. Ya da öyle bir şeyler yapın. Sonuçta aptalsınız.
Ya da siz anarşist geçinen süper zekalar. Ne zaman sistemin bu şekilde yıkılamayacağını anlayacaksınız? Ne zaman içinde yaşadığınız sistemin kurallarını idrak edip onu yıkabilmenin gerçek yolunu göreceksiniz? Peki ya siz işçiler. Sefil yaşamlarınızı patronlarınız için feda etmekten ne zaman vazgeçeceksiniz? Daha ne kadar acı çekmeniz gerekiyor? Komünistlere diyecek bir söz bile bulamıyorum artık. Öyle içiniz boşalmış, öyle sıçmış durumdasınız ki acınası olmaktan bile uzaksınız.
Ah insanoğlu nasıl da zavallısın sen. Nasıl aciz ve acınası...

29 Kasım 2014 Cumartesi

Kısa Bir Özet Geçelim

      Yine epey uzun bir aranın ardından yazmaya fırsat buldum. Esasen daha önceki yazılarımdan farklı olarak kendimle ilgili bir yazı olacak. Öncelikle neden yazdığım yazıların arasında bu kadar zaman farkı olduğunu açıklamakla başlayayım. Bunu yapmak için de biraz gerilere gitmek gerekecek.
      İstanbul'da memur bir babanın üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldim (panik yapmayın tüm hikayeyi dinlemeyeceksiniz). Heybeliada çocukluğumun geçtiği yer. Orta öğretimimi ve liseyi bu şirin adada tamamladım. Ardından, biraz da yeni şeyler keşfetmek, kendimi tanıyabilmek ve biraz da özgür olabilmek gibi birkaç farklı amaçla (ayrıca tamamen rastlantısal olarak ) Sakarya Üniversitesi'nde sosyoloji bölümüne kayıt oldum. Çocukluk dönemlerimden beri yakamı bir türlü bırakmayan uyumsuzluk problemi ve okuldan nefret etme huyum haliyle beş buçuk yıllık bir sürecin ardından üniversiteyi terk etmeme neden oldu (aslında biraz daha komplike olabilir). Gerçi bu süreçte bir çok yeni insanla tanışma fırsatı yakaladım. Yığınla kitap okuyup film seyrettim (iki defa kitap yazmaya kalkışıp bitiremediğim de kayıtlara geçebilir). Bir yandan akademik anlamda güzel bir sıçışa imza atarken diğer taraftan zihnimi eğitmeyi elimden geldiğince başardığıma inanıyordum. Sakarya'da geçirdiğim beş buçuk yılın ardından yaklaşık bin beş yüz lira borçla ve sistem açısından başarısız olarak tanımlanan bir adam olarak Heybeliada'ya geri döndüm. Esasen aklımda hiçbir fikir yoktu (ya da öyle bilinmesi daha iyi). Sanıyorum Sakarya'yı terk ettiğimde 2009 yılının Nisan ayıydı. Bu konuda tam olarak emin değilim ama çok da önemli bir detay sayılmaz. Her neyse! Yaz geldiğinde çalışmam gerekiyordu ve uzun yıllar boyunca, her yaz yaptığım gibi Lady Cafe'de ocakçı, garson, temizlikçi, müdür yardımcı, nargileci gibi birkaç sıfatla çalışmaya başladım.
      Sakarya'da geçirdiğim yıllar bana çok şey katmıştı. Hayatımın bu adada, bir çay bahçesinde geçmesine izin vermek gibi bir niyetim yoktu ama ne yapacağıma henüz karar vermemiştim ki tüm hayatımı ve düşünce yapımı tamamen değiştiren bir şey oldu. Ne olduğunu burada yazamayacağım için bu yazıyı okuyacak olan insanlardan şimdiden özür diliyorum ama ileride bu kısmı dolduracağımı da bilmenizi isterim.
       2010 Şubat'ında hayatımda ilk defa yaşamın bir şeyler yapmaya değer olduğunu düşünmeye başlamıştım. Evet başlamıştım ama sisteme uyum sağlamak konusundaki problemim, arkamda boktan bir dağ oluşturmuş durumdaydı. Yeni bir başlangıca, her şeyi yeni baştan inşa etmeye ve sıfırdan bir hayat kurmaya ihtiyacım vardı. Bir süre sonra bunu başarmanın bir yolunu bulduğumu düşünmeye başlamıştım. Aldığım karar Avustralya'ya gidip üç yıllık bir eğitimin ardından herhangi bir meslekte ustalaşmak, bu sayede hem eksik olan İngilizcemi geliştirmek, hem ikinci bir ülkenin vatandaşlığını almak hem de iyi bir gelirle hayatıma devam edebilmekti. Tüm hayatı boyunca (neredeyse) hiçbir şey yapmamış bir adam için epey büyük hayallerdi. Geçen iki yılın ardından birikmeyen paramla ve suya düşen hayallerimle baş başa kalmıştım. Elimden gelen hiçbir şey yoktu. Kazandığım para kendi harcamalarıma ancak yetiyordu. Ama pes etmeye de niyetim yoktu. Başıma gelen şey mükemmeldi ve benim bunu korumam gerekiyordu. Sürekli kendime "vazgeçemezsin" demeye başlamıştım. Bir yolunu bulmak zorundaydım. Bu amaçla 2012 yılının sonlarında programlamanın mantığını öğrenebilmek amacıyla "Temel Programlama" kursuna yazıldım. Başlangıçtaki düşüncem mobil uygulama geliştirebilmekti. En azından bu sektörde çalışabileceğimi düşünüyordum. Bu kurs daha bitmeden "C# Programlama Dili" kursuna da yazıldım. Deli gibi ders çalışır olmuştum. Bir işim yoktu ve bu yüzden beş parasızdım. Hafta sonları kursa gidiyordum, hafta içi evde kursta gördüğüm dersleri tekrar ediyor, programlama bilgimi ilerletmeye çalışıyordum. İkinci kurs bittiğinde 2013 Haziranına girmiştik.Tam da bu sıkıntılı dönemde bir dizi için senaryo ekibinde kendime iş buldum. Birkaç aylık süreç sonunda dizi yayın hayatına başlayacakken ve ben de bir yandan yazılımla uğraşıp bir yandan da en azından hayatımı düzene sokmama yarayacak bir kazanç elde edebilmeyi düşünürken (çok fazla detay sonucunda) dizi ekibinden ihraç edildim. İyi şeyler başarabilecek bir diziydi, Firuze adıyla Show TV de yanılmıyorsam dört bölüm oynayıp yayından kaldırıldı. Tuhaf bir şekilde üzülmüştüm ama bu benim paraya olan ihtiyacıma da çözüm getirmiyordu elbette. Devam etmem gereken en az üç kurs daha vardı ama bunları karşılayacak maddi gücüm yoktu. Zaten yaklaşık iki yıldır çalışmadığımdan hiç param yoktu. Ben de mevcut yazılım bilgimle altından kalkabileceğim ve kendi başıma ilerleyebileceğim bir iş yapmaya karar verdim.
      Yaklaşık bir ay içerisinde html ve css konularında epey bilgi sahibi oldum. Ardından visual studio ve asp.net geldi. Sonra javascript, jquery derken kendimi web site tasarlarken buldum. Toplamda altı aylık bir sürenin ardından iki kişinin web sitesini hazırlamıştım. Sonra aklıma gerçekten iyi bir fikir geldi ve kendisi bu işte benden ilerde olan çocukluk arkadaşımla bunu paylaştım. Esasen bir süredir de böyle bir şeyin düşüncesi içerisindeydik. Güzel bir fikre sahip olursak bunu hayata geçirmek istiyorduk. Böylelikle benim de inşa etmeye çalıştığım hayat başlayabilecekti. 2014 yılının Mart ayında kendime bir söz verdim. Ne olursa olsun hayal ettiğim şeylere ulaşana kadar durmayacağım. Bu sözü neden o zaman verdiğimi daha sonra anlatacağım. Dediğim gibi güzel bir fikre sahiptik ve hayata geçirmek için sabırsızlanıyorduk ancak şu an için bir çok nedenden ötürü bu fikri kenarda tutmamız gerektiğini anlamamız uzun sürmemişti. Fikrimiz güzel olduğu kadar, hayata geçirmesi de zor bir fikirdi. Eğer bu projeyi hayata geçirmek istiyorsak, adım adım ilerlememiz gerekiyordu.Bu amaçla google adwords ile uğraşmaya karar verdik.İşte bu kararı aldığımızdan bu yana da yaklaşık üç hafta oldu. Bu, aynı zamanda yazının da sonuna geldiğimizi gösteriyor. Belki içinizden bazıları yazının sonunda "sonsuza dek mutlu yaşadılar" gibi bir cümle bekliyordu ya da en azından bir son ama benim hikayem yeni başlıyor. Bu blog benim hikayemi zaman zaman sizlere yansıtmaya devam edecek. Umarım siz de okumaya devam edersiniz. Bu arada unutmadan bu da bizim sitemiz Kazandıran Reklam bir çok falsosu olabilir (mesela logosu gibi). Bu da benden size küçük bir armağan Loreena McKennitt - All Souls Night . Işık sizinle olsun serçeler :)

15 Temmuz 2014 Salı

Neden bayan değil kadın!

Şimdi dikkatlice okuyun çünkü bu iyiliği her zaman yapmam. 

Öncelikle konuyu açıklamak için bir örnekle başlamayı doğru buluyorum. 

Örn-1-a):"Anne bu gece bir erkek arkadaşımda kalıyorum haberin olsun.
Örn-1-b):"Anne bu gece bir 'bayan' arkadaşımda kalıyorum haberin olsun.

Şimdi yukarıdaki örneğe bakacak olursak, bayan kelimesinin buradaki kullanımı yanlıştır. Çünkü bay/bayan kelimeleri İngilizcedeki Mr./Miss. e karşılık olarak Türkçe'de türetilmiş kelimelerdir. Yani, bir cinsiyeti tanımlamak için değil, bir ismin önüne saygı ifadesi olarak kullanılmak için vardırlar. İşte tam da bu nedenden ötürü, yukarıdaki örnekte, 'kadın' kelimesinin yerine kullanılmış olan bayan kelimesi kati suretle yanlıştır.
Bay/bayan kelimelerinin türetiliş amaçlarını bir tarafa bırakırsak, günümüzde kullanım şekli, kadının cinsel kimliğini baskı altına almaktadır ki bu affedilemeyecek bir durumdur. Şöyle ki, ülkemizde 'kadın' ('dişi' olmak dışında) bir çok sıfatla tanımlanır:Anne,bacı,yenge vs. Ancak bunların dışında bir de kadına 'namus' kavramı oturtulmuştur. Nedir bu namus? Hemen açıklayalım! Erkeklerde her yere sürülebilen cinsel organın kadınlarda kullanımının yasak olması durumudur. Şöyle ki, bir kadınla birlikte olan erkek milli olurken, kadın orospu olur.


İşte tam da bu noktada neden 'bayan' değil 'kadın' demekte ısrarcı olduğumuzu anlatmak çok daha kolay olacaktır. Çünkü bizim toplumumuzda erkek neredeyse doğduğu günden ölene kadar erkekken, kadın için durum öyle değildir. Kadın bizim toplumumuzda yaşamına 'kız' olarak başlamaktadır. Ta ki cinsel ilişkiye girene dek! Cinsel ilişkiye giren kız artık kadın olur. Tabi kadın bu noktada iki farklı bakış açısıyla değerlendirilir. Evli mi değil mi? Evlilik dışı cinsel ilişkide bulunduysa şayet namussuz kadındır! Aksi halde yengedir, bacıdır, abladır, teyzedir vs.


Konunun en can alıcı kısmı da işte tam buradadır. Esasen 'kadın' kelimesi bizim toplumumuzda cinsel ilişki durumunu belirten bir kavramdır ve ekseriyetle olumsuz bir kullanımı vardır. Peki ya erkek? Erkek için sıkıntı yoktur. Yukarıda dediğimiz gibi erkek hep erkektir. Zaten bundan ötürüdür ki 'pardon bayım bakar mısınız' cümlesinin kullanım sıklığı 'pardon bayan bakar mısın' a oranla milyonda birdir.
Peki neden böyledir? Nedeni basittir,bir kadına 'kız' mı yoksa 'kadın' mı demesi gerektiğini düşünen yurdum insanı çareyi 'bayan' kelimesini kullanmakta bulur. Esasen 'kadın'ın cinsel kimliğini ezmekte olan ve son yıllardaki artan kullanımıyla alt bilince yerleşmeye başlayan bu kullanım şekli doğru değildir. Elbette bunu aslında ne kadar kötü bir şey yaptığının farkında olmadan yapanlar da vardır ancak o bu yazının konusu değildir..

11 Mart 2014 Salı

Hoşça Kal Çocuk

    Çok karanlık bir gün bugün. Hani Nazım'ın şiirinde dediği gibi "hava kurşun gibi ağır". Küçük bir çocuk hayata gözlerini kapadı. Adı Berkin Elvan. Gezi parkı gösterileri sırasında ekmek almaya giderken, başından biber gazı fişeğiyle vurulmuş, 269 gündür ölüm kalım mücadelesi veriyordu. Masum, tertemiz, küçük bir çocuk. Yaşam savaşını kaybetti. Ardında sayısız acılı insan bırakarak aramızdan ayrıldı.

     Bir şeyler yapmak istiyorum, hani mümkün olsa uzatıp elimi geri çekeceğim Berkin'i. Faydasız. Kelimeler düğümlenmiş kocaman bir yumruk gibi boğazımda. Ağlayamıyorum, konuşamıyorum, aklımdan çıkmıyor yüzün. Ah be çocuk. Ah! Öyle büyük bir ah ki anlatamam. Söveyim diyorum, suratlarına tüküreyim ama senin adının olduğu yerde buna neden olanların pis isimlerini kullanmaya varmıyor yüreğim.

    Ne diyeyim Berkin? Ne yapayım? Hoşça kal demekten başka bir şey gelmiyor elimden. Hoşça kal...

9 Mart 2014 Pazar

Montaj Savaşları

    Son günlerde herkes internete düşen malum ses kaydını konuşuyor. Bazı ses mühendisleri sahtekarlık olmadığı yönünde fikir beyan ettiler. Tabi başbakanlık hemen bir yalanlamada bulundu. Bunlar kirli oyunlardır inanmayın dedi vs. Ardından bir iki yayın organında "ses kayıtlarının montaj olduğu ispatlandı" haberi çıktı. Millet vay be Amerika'dan ses mühendisleri yalanlamış dedi. Tam onlar derken adı geçen şirketlerden biri "biz öyle bir kayıtla ilgili bir şey söylemedik.Haber yapanlar kendilerinden utanmalıdırlar" diye yazı geçti.

    Türlü türlü konuşmalar döndü dönmeye de devam ediyor. TÜBİTAK kirliymiş meğer 5 kişi paketlendi. İnternete getirilen yasak yetmemiş olacak ki başbakan açıklama yaptı "bu milleti Facebook'a YouTube'a yedirmeyiz" diye(Sırf bu cümle ayrı bir yazının konusu bu arada). Onları da kapatmayı düşünüyorlarmış.

    Ses kaydının paylaşıldığı gün Facebook üzerinde videonun altına yapılan yorumları okudum. Halen tartışan insanlar var. Israrla montaj diyen insanları görmek mümkün. İşte benim anlamadığım şey de bu. Kardeşim eğer bu ses kaydında bir sahtekarlık var ise neden başbakan çıkıp herkesi tatmin edecek şekilde bunu ispat etmiyor? Oysa bu büyük bir fırsat değil mi? Düşünebiliyor musunuz, ortalığın bu kadar karışık olduğu bir dönemde, birileri çıkıp size iftira atıyor. Siz olsanız, muhalefet lideri ses kaydıyla ilgili 100% gerçektir diye açıklama yapsa ve bu size inanan insanlar üzerinde de etkili olsa (ki iktidar partisine oy vermiş birçok insan kayıtların gerçek olduğuna inanıyor) çıkıp aksini ispatlamaz mısınız?

    Kaydın internette paylaşıldığı günden beri başbakanın açıklamalarını takip etmeye çalışıyorum. Hemen ertesi gün "bir hafta on güne kadar biz de aynı şekilde yapıp bu işlerin nasıl olduğunu, teknolojinin nerelere geldiğini göstereceğiz" gibi bir cümle kullandı başbakan. Sürekli komplolardan, kirli siyasetten, devlet içindeki paralel yapılanmadan bahsetti ama kayıtların sahteliğini ispat etmedi . Neden etmedi? Neden yalnızca iftiradır, oyundur, hainliktir dedi bilemedik. Bu arada 15 gün oldu ama benzer bir kayıt, 'teknolojinin geldiği nokta'yı göstermeyi amaçlayan başbakan tarafından halka gösterilmedi. Bakalım önümüzdeki günlerde neler olacak.

Neden Güldünüz?

Uzun zamandır elim gidiyor yazamıyordum ama bunu yazmam lazım çünkü acayip komik bir şey oldu. Aslında trajikomik. Geçen gün sayın başbakan ...